4 Aralık 2006

313. dönem yedek subay sınavı

balıkesir ordudonatım'a 3 aralık'ta ~9:40'da girip ~16:00'da çıktığım sınav. (çok pis birinci tekil şahıs kullandım, hiç güzel olmadı neyse) içeri girerken üzerinizi arayan asker ilk olarak cep telefonu (kesici, delici alet vs.) var mı diye soruyor, varsa alıyor yoksa almıyor (hadi be) bende yoktu, çıkarken de telefonu almak için birbirine lastikle bağlanmış onlarca telefon arasında telefon arayarak beklemedim iyi oldu. sonra kumanya fişi veriyor (çıkarken yemek dağıtımı için gerekli bir kağıt parçası, yemeği almak zorunda değildiniz ama fişi teslim etmek zorundaydınız)

mekan boyut olarak aşmış olduğundan olsa gerek, servise biniyorsunuz, servis sizi kalabalık bir sıranın olduğu bir yere bırakıp gidiyor, "eh madem sıra var o zaman girelim" diyerek giriyorsunuz. sıraya girmeden önce kalem satan bir er var, tükenmez kalemi olmayanlar kalem alsın diye uyarıyor. girdiğiniz sıradan 6şarlı olarak veya ordaki görevlinin keyfine göre (aslında içerisinin doluluk oranına göre) kantin tarzı bir yere alınmayı bekliyorsunuz.

içeri alındıktan sonra 3er büyük kağıt 3er ufak kağıt dağıtılıyor, görevli nasıl dolduracağınızı anlatıyor (şimdi a4 kağıdı büyklüğünde olan kağıdı alın, şimdi onu bırakın diğerini alın tarzı esprili bir şekilde olabiliyor). (bunlar izin ve tebellüğ kağıtları) söylenenlere göre dolduruyorsunuz (ki o kadar dikkat etmeme rağmen ufak kağıtların üçünü de yanlış doldurdum nası becerdiysem, ama kağıtların yenisini istediğimde o asık suratlı "madem askerim niye ters ters bakmıyorum" kişisi (sıkılmıştır, bıkmıştır olabilir) -rütbesi neyse artık- çok birşey demeden yenilerini verdi, hala yaşıyorum yani) sonra askerlik şubesinden verilen büyük zarfı açıyorsunuz ve içindeki askerlik no'nuzu size verilen kağıtlara yazıyorsunuz. sonra size verilen yeni zarflara doldurduğunuz kağıtları koyuyorsunuz. sonra yoğunluktan dolayı bekliyorsunuz. burda evli ve 2 ay sonra çocuğu olacağı halde askere gidecek biri veya muhabbet edecek birkaç kişi ile karşılaştıktan sonra bilgisayardan sizin siz olduğunuzu teyit edilmesini sağlayan bilgisayar karşısındaki kişilerin sırasına giriyorsunuz, sonra belgelerinize bakıp tik atan resmi üniforması olmayan kişilerin (asal görevlileri olabilir, emin değilim) sırasına giriyorsunuz, sonra (normalde) sınava alınacağınız sırada oturtuluyorsunuz (biz rastgele oturduk, yemek arası zamanına geldik diye sanırım). sonra yaklaşık 1-2 (belki de daha fazla beklemekten zaman kavramım karıştı) saat hiçbir şey yapmadan bekledikten sonra kapı tarafında bir hareketlenme üzerine karmakarışık bir sırayla sınav salonuna götürüldük.

sınav salonu yine dehşet bir büyük mekan olduğundan sağdan itibaren sıra ile oturtulduk. sonra sorumlu kişilerden biri "solak var mı, el kaldırsın" diye sordu, oturmuş solaklar kaldırılarak sol tarafı olan koltuklara geçirildi, boş kalan yerler en son oturtulmuş kişilerin yerlerinden kaldırılması ile dolduruldu ve askeri düzen&intizam sağlandı. sonra sırayla herkese aday numarası dağıtıldı ve ilk verilmiş kağıtlarda eksik kalan yerlere bu numarayı yazdık. artık dünyamızın kaderinin buna bağlı olduğunu öğrenip üzerimize iğneledikten sonra sınavı yapıp bir yan binaya yönlendirildik. sınavdan önce de açıklama yapıldı "bu sınavda yaptıklarınıza göre yerleştirileceksiniz, ne kadar çok yaparsanız isteğiniz olan sınıflara gitme şansınız o kadar yüksek olur, ondan herşeyi yanlış falan yapmayın". (sınav les gibi sayılır, 25 sözel 25 sayısal sorudan oluşup bazı zor sorular barındırıyordu) ayrıca optik formdaki yuvarlakları karalarken hayatımızın boşluk karalamakla geçtiğini hissettim ve gelecekte de bu boşluk karalamaya daha ne kadar devam edeceğimizi merak ettim.

yan binada oturtulup sağlık kısmında "28 a a" yazanların ayrılmasını izledik (arızalı, sağlam olarak ikiye ayrılıyormuşuz sanırım), yine beden eğitimi öğretmeni, balık adam, öğretmen vb. varsa çıksın bakayım, üds, toefl, kpds'ye girenler belgeleriyle gelsinler falan filanı dinledikten sonra 3er tane doldurduğumuz izin kağıtlarından birer tane katlayıp cebimize koymamız söylendi yaptık, birer tane de ordaki kırmızı kutuya atın dediler attık. sonra aday numaramıza göre sırayla optik formumuzun tabip tarafından imzalanmasını izleyip, diplomamızın bir nüshasını meraklı gözlerle inceleyen memurumsu bir kişiyi görüp kalan evrakların hepsini zarfa koyup mühürlettikten sonra binadan dışarı çıktık. herkesin işini bitirmesini bekleyip, herkes çıktıktan sonra servislerle kumanya dağıtımına götürülüp, oradan ayrıldık.

tavsiyeler:
-napın yapın yemek arasına denk gelmeyin (ya çok erken ya da öğleden sonra gelin) çünkü yemek arasında beklemekten başka yapılacak birşey yok, ben 9:40'da orda olmama rağmen öğlen 1'de 2'de gelenlerle aynı sınava girdim, evet mal gibi hissetmek mümkün.
-ruhen teslim olduğumdan ve daha önceden bilgili gittiğimden dolayı bazı yerler hariç aşırı sıkılmadım, sonuçta kalabalık bir ortam, işlerin öyle yürümesi kendi içinde kısmen mantıklı.
-balıkesir ordudonatımda kebap askerlik yaptıklarını duymuştum, doğru gibime geldi, ortam rahattı, insanlar makuldü, bazı yerlerde bangır bangır müzik çalıyordu, disko mu askeriye mi bilemedim.
-telefon getirmeyin çok lazım olmayacaksa sonrasında ve öncesinde, gerek yok.
-balıkesir ordudonatım komutanlığı bursa'dan izmir'e giderken balıkesir'e girdikten sonra otogar tabelasının olduğu sapaktan girmeden düz devam edince bir sonraki ışıklardan sağa girilerek 1-2 km gidince sağda bulunan benzinliğin tam karşısında. kendiniz arabayla giderseniz daha kolay ulaşırsınız gibime geldi, çünkü etrafta toplu taşıma adına pek birşey göremedim.

3 Aralık 2006

"indiana jones" serisi üzerine

Raiders of the Lost Ark (1981)
"if you don't go to the movies - you won't see..." gibi niyeti son derece belli bir sloganı bulunan ilk indiana jones filmidir. tamamen gişe başarısı hedeflemesinden ve steven spielberg'in içinde ukte kalmış olan bir "james bond" filmi çekme hevesinden kaynaklanan aksiyon, macera ve komedi olsun; herkes izleyebilsin biz de paralı götürelim ana fikirli gayet başarılı ve eğlenceli bir filmdir.

yalnız film hatalarına hiç dikkat etmeyen biri için bile birçok "oha yuh" dedirtecek sahneleri bulunur. günümüz sinemasının birçok klişesinin temeli olan sahnelere sahiptir ve aksiyon-macera-komedi filmlerinin temelini atmış önemli bir filmdir.


Indiana Jones and the Temple of Doom (1984)
ikinci indiana jones devam filmi olarak bilinse de aslında ilk filmin öncesinde geçen olayları anlatan güzel sahneler ve olaylar içeren ama kısmen başarısız bir filmdir. (ilki 1936'da ikincisi 1935'te geçer) yine aksiyon-macera-komedi üçlüsü mevcuttur fakat artık film aceleye mi getirilmiş yoksa başka birşeyden mi bilinmez, çok özensiz görünmektedir. bu özensizlik filmde neredeyse insanın gözüne sokulan film hataları ile "e yuh artık" dedirtecek noktaya varır. zaten spielberg bunu en içine sinmeyen indiana jones olarak belirtmiştir. yine de sinema tarihinde önemli bir yeri olan bir serinin içinde bulunduğu için durumu kurtarır.


Indiana Jones and the Last Crusade (1989)
kısmen dini motifler katılmış, "kutsal kase"yi aramaya çıkışta babası ile indiana jones'un başından geçen maceraları anlatan üçüncü indiana jones filmi. yine aksiyon-macera-komedi türlerinin hepsini hakkıyla veren başarılı yapımdır. `the da vinci code`'u izlemiş bireyin gözünde konu anlamında yüzeysel kalsa da; akılda kalan sahneleri ve yine indiana jones'un maceradan maceraya koştuğu sürükleyici atmosferi ile kendini izletir. özellikle genç indiana jones'tan şimdiki zamana geçiş sahnesi ve hitlerli sahne son derece başarılıdır. sean connery de şapşal-saf baba rolünü hakkıyla yerine getirmiş, yer yer çok güzel esprilere sebep olmuştur.

Ayrıca 4. film 2008'te "Indiana Jones and the Ravages of Time" veya "Indiana Jones and The Lost Continent" adıyla gösterime girecekmiş. Bilemiyorum film ne kadar başarılı olur ama gişe başarısının olması garanti gibi. Kaynak:bu

waiting... (2005)

clerks'e benzerliği ile dikkat çeken tam ismi "waiting..." olan 2005 yapımı yer yer komik, genel olarak geyik bir film. zaten filmin senaristi ve yönetmeni rob mckittrick (http://www.imdb.com/name/nm1301035/) clerks'in kendisi için esin kaynağı olduğunu söylemiş.

--- spoiler ---
"i guess we should feel some sort of guilt, but she broke the cardinal rule; never fuck with people who handle your food. "

yani;

"asla yemeğinizden sorumlu kişilere ibnelik yapmayın!"

ayrıca sonunda kendini zenci ilan eden jay ve silent bob (ve hatta eminem) bozması iki veledin klibi var sözleri hayvani; rap nereye gidiyor gösteriyor. sözlerinden bir kuple söyleyeyim: "i'll fuck you bitch and i'll fuck your mama"
--- spoiler ---

30 Kasım 2006

Lost manyaklığı widget ları

lost manyaklığında son nokta: burda (sayıları her 108 dakikada bir girip kendinizi lost'ta hissedin diyeymiş) yuh ama yani.
sezon 3 bölüm 7 yayın tarihine geri sayım yapan bir widget: şurda
evet, bu da böyle bir olaydır...

29 Kasım 2006

maxthon'da arama özelleştirme/kişiselleştirme

search bar'da arama yapmak istediğiniz motorları kendinizce süper kişiselleştirebilir, son derece hızlı ve kolay aramalar yapabilirsiniz. options->maxthon options->search kısmında "name" kısmına görünmesini istediğiniz arama motoru adı (arama yaparken seçmede kolaylık olması açısından -google,yahoo,imdb,google image vb. gibi-) ekleyerek "engine" kısmına da aranacak anahtar kelimeyi "%s" olarak (tırnaksız) yazdığınızda nur topu gibi arattırma motoru kısayollarına erişebilirsiniz. mesela bendeki bazı arama motorlarını vereyim, maksat vatana millete yararlı olsun:

name: Ekşi Sözlük
engine: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=%s

name: Google
engine: http://www.google.com/search?q=%us

name: Google Image
engine: http://images.google.com/images?q=%us&lr=&ie=UTF-8

name: Ideefixe
engine: http://www.ideefixe.com/vitrin/aramasonuc.asp?Shop=0&aranan_yer=0&Page=1&SearchTerm=%s

name: Hepsiburada
engine: http://www.hepsiburada.com/search.aspx?sText=%s

name: IMDB
engine: http://www.imdb.com/find?q=%s

name: Torrentspy
engine: http://www.torrentspy.com/search?query=%s

name: Wikipedia
engine: http://en.wikipedia.org/w/index.php?title=Special%3ASearch&search=%s

bunlar da görsel açıklama, baka baka yapmak isteyenler için:
http://www.flickr.com/photos/mehmetefendi/309463576/
http://www.flickr.com/photos/mehmetefendi/309463630/
http://www.flickr.com/photo_zoom.gne?id=309463722&size=o

ek bilgi: ayrıca `super drag drop` özelliği açıksa seçip sürükleyip bıraktığınız herhangi bir yazı, alias'ı "*" (varsayılan arama motoru anlamına gelir) olan arama motoru ile aranır ve yeni bir tabda sonuçlar gösterilir.

star wars: battlefront 2 (oyun)

ilki nasıldı hiçbir fikrim olmadan oynadım bu oyunu; star wars evreninde süper eğlenceli ve şahane bir aksiyon fps diye. değil efendim böyle, sizler de bu niyetle oynamaya kalkmayınız en başta onu belirteyim.

oyunu özetlemek gerekirse; medal of honor*'taki gibi bir hikaye ekseninde ilerleyen ama battlefield 2, battlefield vietnam, battlefield 1942 tarzı multiplayer'a yönelik tasarlandığı her halinden belli olan hatta bu yanı dehşet sırıtan, oyuncu tipini oyun içerisinde değiştirebildiğiniz vurdulu kırdılı bir şey. arada uzayda (eskiden oynamışlar bilir) tie fighter ve x-wing tarzı uzayda görevler yapabileceğiniz bölümler de var fakat bunları oynamadan geçme şansınız var, zaten pek üzerinde durulmamış; bonus olarak koymuşlar.

bence oyunun oynanabilirliğini yok eden ve kendisini oynatmaktan vazgeçtiren tek saçma sapan ayrıntı overheat olmuş. şahsen nefret ettim ben bundan. yahu, çıkmışız uzaya, savaşıyoruz, son teknoloji tanklar, uçan birşeyler, örümceğe benzeyen robotlarla birbirimize "ışın" atıyoruz, lazerle, ışın kılıcıyla oynuyoruz ama kullandığımız araçlarda olsun, kendi silahlarımızda olsun; çılgın bir "fazla ısınma"* olayı var. ya ben anlamadım, anlayanı da pek anlayabileceğimi sanmıyorum, yani nedir? ulan uzaya çıkmışız, birbirimize ışın atıyoruz, adı üzerinde "yıldız savaşları" yapıyoruz, kocaman "deathstar" inşa edilen bir evrende, yıldızlar arası hyperspace'e atlıyoruz ama neymiş silahlarımızla çok ateş edince fazla ısınıp kitleniyor. hadi ordan be!

yükselen trend olan ve world of warcraft'la ne kadar çok para kaldırılabileceği görülmüş online oyun olayından pay kapmak ve star wars hayranlarının (epey var, güzel para kaldırılabilecek bir kitle.-evet danışmanlık ücretimi alayım: onbinmilyar $-) cebindeki paraları emmeye yönelik bu oyun bence olmamış çünkü oynayamıyorsunuz. niye mi? fazla ısınıyor da ondan!

the simpsons: hit & run (oyun)

"gta'ya benziyor, simpsons var, eğleneceğiz oley" dedik olmadı, çok peşin hüküm vermişiz. laf salatasını bırakıp artı ve eksi özelliklerini sayalım bu bilgisayar oyununun.

+
konu olarak ne yapsa kurtarıyor çünkü neredeyse gelmiş geçmiş en popüler çizgi dizinin oyunu, birşey demeye gerek yok; karakterler oturmuş; dizinin içinde oynuyormuşuz hissi 3d ortama aktarılınca başarılı olmuş.

aradaki ufak filmler* başarılı, karakterlerin konuşmaları güzel, ayrıntılar hoş, hepsi çok iyi kotarılmış.

oynamaya başlayınca çok eğlenerek oynuyorsunuz, homer ile başlayıp bart ile devam ediyorsunuz, marge, lisa vb. hepsiyle oynayabiliyorsunuz.

-
ilk bart'lı bölüme kadar çok eğlenceli, eğleniyorsunuz; marge ve lisa derken oyun sıkmaya başlıyor, lisa'nın birkaç bölümünden sonra inanılmaz sıkıyor bayıyor; cdleri kırmak istiyorsunuz çünkü görev tipi 2-3 tane, hep aynı şey, hep aynı şey. zaman dolmadan şunu yakala, zaman dolmadan bunun arabasını patlat, zaman dolmadan şunları topla. koskoca oyun yapmışlar ama görev tipi 2-3 tane, bu da bir yerden sonra tiksinmenizi sağlıyor. hadi simpsons var bir de aradaki muhabbetler için oynayalım diyorsunuz ama olmuyor; yine olmuyor çünkü verilen zaman minimum ve bu oyunu hayvan gibi zor yapıyor. uğraşırken bileğinizin ağrıması da üstüne binince "bu ne be yeter" diyip oyunu siliyorsunuz. oyunun kontrolleri de başarısız, fare ile bakmak vb. gibi bir olayı yok sayılır.

son söz olarak simpsons olayını aktarmaya kasarlarken (ki bu kısmı olmuş) oynanabilirlik ve "oyun" kısmına ne para ne zaman kalmış, öylesine çıkarmışlar piyasaya herhalde. homer ve bart'lı ilk iki bölümü oynayıp biraz eğlendikten sonra çok uğraşmadan oyundan kaçarcasına uzaklaşmak en doğru seçim olacaktır. oyunbaz yazarınız boş beleş insan azeroth bildirdi.

not: illa oynayacağım ama kasmak istemiyorum diyenler gamecopyworld'ten bilimum zaman durdurucu, para verici trainer'ları indirip oynamalılar, olmuyor başka türlü.

22 Kasım 2006

Hotaru no haka (1988)

Hotaru no haka (1988)

2. Dünya Savaşı'nda Japonya'da iki kardeşin yaşam mücadelesinin anlatıldığı son derece dokunaklı bir o kadar da güçlü anime. Tek derdi yarın ne giyeceği olan veya halinden hiçbir şekilde memnun olmayan kişilere "Hotel Rwanda" ve "Life is Beautiful" ile birlikte izletilmesi gereken çok iyi, çok gerçekçi yapım... Etkisinden kurtulmanız epey sürecektir. Hani bazı filmler olur ya, izlemesi çok zordur ama arada izlenmelidir ki; insanı silkeleyip kendine getirsin, bu da onlardan biri. Hele sizin de ufak bir kız kardeşiniz varsa içiniz daha da fazla acıyor, daha da fena oluyorsunuz. [Not: Gerçek olaylara dayanıyormuş]

Ek bilgi olarak uyuşturucuya özenen birileri varsa ona da Requiem for a Dream'ı izletin.

9/10

20 Kasım 2006

the french connection (1971)

Filmi divxforever'daki imdb top 250 ed2k linklerinde gördüm, merak edip izledim. (Sonradan imdb top 250'den çıkmış olduğunu gördüm, doğru bir gelişme olmuş) Çoğunlukla filmi beğenip beğenmemeniz beklentilerinizle doğru orantılı oluyor bu çok büyük gerçek, bunu bir daha anladım; bunu da en başta belirteyim. Filmi süper bir aksiyon, gerilim, polisiye olarak göstermelerinden dolayı ben filmi beğenmedim çünkü öyle değil. (Belki de bizlerin aksiyon-macera film anlayışı 70lerden beri çok değişti, çok büyük ihtimal) Beklentilerim gayet orijinal ve güzel bir aksiyonlu heyecan kasırgası izlemek üzerine olduğundan sadece bir araba kovalamaca sahnesi haricinde filmde çok sıkıldım. Zaten boğucu bir atmosferde geçtiği bazı kaynaklarda belirtiliyor, özellikle yapılmış. Zamanına göre süperdi diyeceklere birşey diyemem ama şu zamanda ben çok daha süper filmler izledim. Ayrıca nedense Gene Hackman'ın oyunculuğunu da beğenmedim, hoş oscar vb. ödüller almış sanırım. (Zaten ödüller bana hiçbir şey ifade etmiyor genelde)

Vasat bir yapım, tavsiye etmiyorum.

5/10

17 Kasım 2006

Witness for the Prosecution (1957), imdb top 250: #211

Belki de birçok arkadaşımızın duymadığı belki de bir bölümünün kitabını okuduğu Agatha Christie'nin en iyi eserlerinden biri olduğu ileri sürülen bu film imdb top 250'de olmasaydı kendisiyle tanışamayacaktım. :) İyi ki de varmış, The Practice, 12 Angry Men tarzı yapımları seven kişiler için kaçırılmaması gereken bir yapımmış. Film konusu ve olaylar hakkında pek bir şey söylemenin izleyecekler için seyir zevkini mahvedeceği için olaylar hakkında bir şey anlatmamayı seçiyorum ama konuyu kısmen anlatmak gerekirse; cinayet ile suçlanan Leonard Vole'un kendisini mahkemede temsil etmesi için Sir Wilfrid'e gelmesi ve bu süreçte yaşanan olaylar olarak özetleyebiliriz.

Hikayede o kadar çok dönüş-kıvrım (ingilizce: twist) var ki olay gidişatının devamlı değiştiği filmleri sevenler için bu film gerçekten bir başyapıt olarak değerlendirilebilir (Saw gibi) çünkü ne olacağı hiç kestirilebilir değil, yani ben kestiremedim en azından :D.

Hikaye ve film temel olarak diyaloglara dayandığı için filmde devamlı konuşuluyor hiç susulmadan, hiç sıkmadan daimi bir sürükleyicilik var. 116 dakika olmasına rağmen bir an bile sıkılmıyorsunuz, "hah tamam olay böyleymiş" dediğiniz anda bambaşka bir olay oluyor veya bir karakter öyle bir laf ediyor ki akış değişiyor; siz de ne düşüneceğinizi şaşırıyorsunuz.

Şimdi bu kadar övgü sonunda çok büyük beklentiler ile filmi izleyecekler belki alacakları hazzı minimuma indirebilirler, bu yüzden hiç bir beklenti içerisine girmeden filmi izlerseniz, çok beğenebileceğiniz; sinema tarihinin en güzel filmlerinden birine şahit olabilirsiniz.

10/10 Başyapıt, süper, şahane :)

12 Kasım 2006

workrave anti-rsi programı

workrave rsi rahatsızlığını önlemeye yönelik ve tedavisine yardımcı bir program: burda (ücretsiz)

9 Kasım 2006

ideal kilo hesaplaması

bugün müzik kanallarından birinde sağlık ölçer diye sms servisi reklamı yapılıyordu, işte boy kilo cinsiyet yaş isim yaz hedeye yolla kilon iyi mi söyleyelim bir yandan da altyazı geçelim diye bir servis vardı. 24 kontör ücretliydi ben de internetten bedavaya bulurum dedim ve buldum. buyrunuz bir kaç site:

televizyondakine en yakını: bu
formül vb. açıklanmış: şu
aynısının değişik versiyonu: o
bu da kendi kendinize aramak isterseniz: google

şu da bir gerçek ki "ideal" neye göre kime göre, sağlıklı günler...

se7en (1995)

!!Dikkat bu yazı küfür ve spoiler içermektedir!! +18

--- spoiler ---

sonlara doğru mills ve katil muhabbet ederlerken katilin anlattıklarına karşı mills'in veya somerset'in "e be öldürdüğün insanlar günahkarlar, şerefsizler de sen sanki çok masum biri misin be amına kodumunun çocuğu" dememesi filme kendini kaptırmış izleyicileri hüzünlere gark etmektedir. onun yerine kısmen çaylak olan mills abimiz kem küm ederek şerefsiz ibne katil kişisinin söyledikleri altında eziliyor gibi oluyor.

--- spoiler ---

son derece kaliteli ve süper bir film.

8 Kasım 2006

mythbusters efsaneler ve sonuçları

sezon 1: bu
sezon 2: bu
sezon 3: bu
sezon 4: bu
ufak ve özel bölümler: bu

linklerinden dizide incelenmiş efsaneler ve sonuçları okunabilir. "hepsini izleyemem şimdi ama ne var yok öğreneyim" diyen kişiler için müthiş bir kaynak.

7 Kasım 2006

30 Ekim 2006

painkiller (oyun)

mekanlar ve atmosfer beklenebileceğin ötesinde iyi, silahlar çok aşırı süper olmasa da epey güzel. `silent hill` gibi bir atmosferi, `serious sam` gibi öldür unut tarzı bir oyuna gömmüşler çok da güzel olmuş. mesela bir ev var, içindeki yaratıklar deli hastalar ve zombiler, karanlık ortamda sadece el lambanızla dibinizde bir zombinin parlayan gözleriyle karşı karşıya gelebiliyorsunuz, gerilim son derece iyi bir şekilde sağlanmış; bereket çok adam geleceği zaman müzik giriyor da altınıza etmiyorsunuz. ruh toplama ve belli bir ruh sayısından sonra milletin ruhunu görüp çok değişik bir moda geçmek de güzel bir düşünce. özellikle kazığı yiyenin ağzına edilmesi ve de bir kılıç darbesi yediğinizde feleğinizin şaşması son derece güzel ayrıntılar olmuş. mekanlar üzerinde gerçekten uğraşmışlar büyük ve mistik olmuş.

yapı kredi internet bankacılığı

eskisinden daha hızlı olmuş ama sanırım milletin girememesinden veya nefret edip kullanmayı bırakmasından olmuş olabilir. şifre kullanıcı kodu vb. ile karmaşa kavramına yeni bir anlam getirmişler. hele ki şifre ve kullanıcı kodu belirlerken koydukları kurallar sanki "biz güvenlik ile ilgili elimizden geleni yapamıyoruz bunu kullanıcının üzerine yıkmak istiyoruz" şeklinde düşünülebilecek kadar kullanışsız olmuş, yok 123 olmucak yok 2 harf yan yana gelmeyecek yok bilmemne, yahu kardeşim alt tarafı şifre belirleyeceğiz, hayatın anlamını veya lost'un sonunu değil; nedir bu karmaşa?

yine de bu şekilde şifre hırsızlıkları minimuma iniyorsa diyeceğim bir şey yok ama şifre ekranındaki yarım sayfa açıklamayı okuyup bir daha bu sistemi kullanmak isteyecek kişi çok zorda kalmış olmalıdır.

yıllardır ikide bir şifre değiştirtmesi yüzünden işlem şifresini bloke etmiş ve 444 0 444'de beklediğim onlarca dakikaya rağmen hiçbir şekilde müşteri temsilcisine bağlanamadığımdan dolayı kısıtlı hale geçmek zorunda kaldım ve bu tamamen işlemeyen bir sistemin sonucunda benim isteğim dışı oldu.

genel olarak neden olduğunu anlamadığım bu internet üzerinden işini halledememe yazılımı koça geçmeden önce de mevcuttu, bu yüzden "geberin böhee koç" demenin yanlış olacağını düşünüyorum. zaten yanlıştı, bu geçiş süresince de bu tip aksilikler ileride büyük ihtimal giderilecektir, sonuçta yapı kredi özel bir banka ve şikayetleri devlet kurumlardan daha çok dikkate alacaktır. benim önerim ya 444 0 444'e bir kaç müşteri temsilcisi daha alsınlar veya bu "işlem şifresini değiştir eyvah patlayacak ama 123 aa içermesin ön koltuk olsun 1 lira olsun rampada dursun halamı göreceğim" olayına daha ciddiyetli bir çözüm getirsinler. mesela iş bankasında iki parola var, şifrenin tarihi dolunca "çabuk değiştir öleceğiz" demiyor da "şifrenizin kullanım süresi doldu nabarsanız yapın" diyor yıllardır.

siz gidin ziraat bankası veya vakıf bankasına derdinizi anlatın da göreyim. bu arada ziraat bankası türkiyenin geçen sene en çok kâr eden bankasıydı bu da ek bir bilgi olsun.

stewie griffin: the untold story (2005)

--- `spoiler` ---
filmin içindeki korsan yayın muhabbetinin daha dvdsi satışa sunulmadan bir kopyasının internete sızması ile kendi içinde acayip bir ironiye sahne olan süper çizgi film. hem illegal kopyanın internete sızdığı ile dalga geçilmesi hem de buna maruz kalması çok ilginç. belki de kendi marifetleridir kim bilir...

en güzel kısımları sansür olayına maruz kalmadığı için küfür ile harmanlanmış kısımları idi bence çünkü herşey serbest bir mantıkla söylenmek istenen direk söylenmiş. özellikle stewie ile ikide bir `fuck` lafını kullanan chris'in şirret karısı arasında geçen diyalog mükemmel olmuş. ayrıca her ne kadar bir çok kesimden aşırı tepki alacak olsa da isalı kısım komik olmuş. dediğim gibi, söylemek veya göstermek istediklerini direk sunduğu için kişişel düşünceler düşünülmeden yapılmış. sadece gülmek için. üzerinde vay efendim isaya hakaret etti demektense üzerinde düşünmemek en mantıklısı. zaten çok bir mesaj verme amacı yok, sadece `eğlence`.

özellikle peter'ın "do you know what grinds my gears? you america, fuck you" deyişi müthiştir, manyaktır.
--- `spoiler` ---

sınırlara hapsolmadan neredeyse herşeyle dalga geçen bu yapım izlenmeli.

28 Ekim 2006

scarface: the world is yours

--- scarface spoiler ---
normalde filmin bittiği yerden başlıyoruz, yani tony montana kişisinin kalbura döndürüldüğü yerde. yalnız doğal olarak tony montana abimiz gebermiyor çünkü o zaman oyun olmazdı. gayet aksiyonlu bir şekilde etrafımızdakilere küfredere küfredere öldürüp kaçtıktan sonra ilk başladığımız yere, sıfıra dönerek imparatorluğumuzu geri kazanarak tüm dünyayı geri almaya çalışıyoruz.
--- spoiler ---

artı yönler:
şimdi ilk olarak müzikler fena değil, özellikle scarface resmi soundtrack i de dinleyebiliyoruz, çatışma ortamlarında bazen çok kaliteli müzikler giriyor. adamları vurarken nerden vurduğumuz hakkında bilgilerin (left kidney, arm vb.) anlık çıkması çok hoş bir ayrıntı olmuş, oyundaki vahşet seviyesi güzel; en azından adamları kurşun manyağı yaparken kanların saçılması vb. ayrıntılar gerçekçi. ben hepsini izlemeye sabredemedim ama gerçekten bir senaryo gibi kurulu oyun ilerleyişi ve oyun ara videoları mevcut. max payne deki bullet time olayı tarzı bir "balls" olayı var güzel düşünülmüş, blind rage ile -nedense battlefield (vietnam ve 2) i hatırlattı bana- kudurup otomatik herkesi öldür moduna geçebiliyoruz. oyunda dikkat edilebilecek birçok detay var ayrıca.

negatif yönler:
oynanabilirlik nedense hiç olmamış gibime geldi, kamera açıları ve "sağ tuşa bas nişan alırmış gibi yap ateş et" olayı ve "tab a bas t ye bas enter a bas bişiler yap" karmaşılığı nedense hiç sarmadı beni. oyunun bence en kötü yönü istediği hayvani sistem gereksinimleri, p4 1.4ghz işlemci 512 ram radeon 9500pro luk bir ekran kartlı bir sistemde 640x480 çözünürlükte hiçbir şey açık değilken aksiyonlu veya büyük mekanlarda oynanamaz bir hal alıyordu; oyunun %2 lik kısmından sonra bu "oynanamazlık" yüzünden sinirden oyunu kaldırdım. bir de o kadar gta tarzı oyun yapmışlar ama komedi gibi "t ye basılı tut bir yerde bırak" tarzı inanılması güç abzürt bir para aklama, polisten kurtulma oyun içi aşaması yapmışlar, o ne öyle yav? çok ciddiyetsiz ve saçma olmuş bence.

sisteminiz elverişli ise ve de oynanabilirliğe alışabilirseniz seve seve oynayabileceğiniz bir oyun olur bence gta 4 veya 5 i beklerken.

25 Ekim 2006

bir hadis

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.

Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.


40 hadis/15

20 Ekim 2006

clerks. (1994)

iki kasiyerin (biri market diğeri video kiralama dükkanı) film boyunca geyik muhabbeti yaptıkları değişik film. bazı diyaloglar güldürse de normal bir izliyeci için öyle geberesiye gülünecek çok eğlenilecek bir "komedi" filmi değil. markete gelenlerin %80-90 ı sigara almaya geliyordu bu da ilginç bir ayrıntı. bir de muhabbetler baya baya +18.

18 Ekim 2006

find me guilty (2006)

herşey bir yana jürinin ne kadar sağlıksız kararlar aldığını gözler önüne serecek şekilde savcının içerde delirip/köpürerek söyledikleri o kadar doğru ki:

--- spoiler ---
biliyor musunuz bugün jürideki
kadından bir laf duydum?

onun için sevimli dedi.

sevimli mi?

bu insanların lanet
olası sorunu nedir?

bu şerefsizlerin ona maliyetinin ne olduğu
hakkında bir fikri var mı acaba?

evinde ya da kızının dairesinde
bir çivi çakılsa...

lanet olası her iş ona bu "sevimli"
adamlar yüzünden daha pahalıya mal oluyor..

beton taşıyan bir kamyon görüyor,
onun için para ödüyor.

lokantadaki çöpler alınıyor,
onun için de para veriyor.

fransa'dan parfüm alıyor,
italya'dan eldiven alıyor.

hepsi için daha fazla ödüyor
sırf bu adamlar yüzünden.

bu şerefsizlerin adam öldürdüklerini
söylemeye gerek bile yok!
--- spoiler ---

film adalet sistemi ne kadar yavşak işliyor çok da güzel göstermiş, aile maile sevgi mevgi hikaye.

17 Ekim 2006

the siege (1998)

terrörizm üzerine son derece güzel bir film. beklenebileceğin aksine "şerrefsiz teröristler züper amerika" ekseninde değil. terrör üzerinde birçok sağlam ve ciddi noktaya dokunarak, terörizmin hedefini mümkün mertebe elde etmesi sonucunda neler olabileceği üzerinde durarak gayet güzel noktalara parmak basıyor.

denzel abinin üzerinde durduğu fikirler ve oyunculuklar son derece kaliteli. 11 eylül 2001'den önce çekilmiş olması da ayrı bir ayrıntıdır. bazı yerlerde o kadar geriliyorsunuz ki terör beyaz perdeye iyi yansıtılmış.

gerçekten kaliteli bir film.

16 Ekim 2006

Six Feet Under Sonu

Six Feet Under Sonu (müzik süper: sia-breathe me)

dinlence

bugünkü parçalar:
Mission Impossible 3 Soundtrack parça 12 - Bridge Battle
Sia - Breathe Me

french kiss (1995)

1995 yapımı şirin bir film. özellikle meg ryan'ın "hayatım boyunca kendimi bu tip bir durumdan korumak için uğraştım ama ahanda bak işte budur halim" şeklindeki uyanışı, en sonunda olayları akışına bırakması ve luc'un köyündeki ortam (üzüm bağları, yeşillik) filmdeki kaydedeğer ayrıntılardandır. yalnız meg ryan'ı terk eden dallama ve terk ediş şekli zorlama gibi sanki. yine de hoş izlenebilir bir seyirlik olmuş, şirin.

grandma's boy (2006)

büyükanneyi `everybody loves raymond`'daki ray'ın annesi rolündeki bayan oynuyor. güzel başlasa da bir yerden sonra çok bayarak olmaz olsun böyle kendisine komedi filmi diyen yapım dedirtiyor. "kafan güzelken çalışılmaz ki anca oyun oynanır ahaha" abzürtlüğünde geçmesi de cabası. bayık bir film hakkaten.

bir de uyuşturucuyu özendirmeye çalışıyor, özenmicem kardeşim uyuşturucu iyi bir şey değil anasını satayım nedir bu kasış bu kadar hayret birşey.

14 Ekim 2006

chelsea

abramovicin akıttığı milyon dolarlar yüzünden "eh işte" bir ingiliz takımı dünya klasında bir ekip olarak hileli sayılabilecek güce erişmiştir. yine de futbolub takım oyunu olduğunu ispat edercesine bu takımın maçları son derece sürprizli skorlara sahne olmuştur. yine jose mourinho ve akan milyon dolarlar etkisini göstermemiş değil. herkes yıldız olsa da bu takım yenilecektir, yenilemez takım yoktur ve son olarak "futbol bir takım oyunudur" bireysel beceriler ve nakit akışı bir yere kadar etkili olabilir.

ha bir de bu takım abramovic adlı hayvani zengin kişinin yeni oyuncağıdır, sıkılıp attığı zaman ne olacak gerçekten merak ediyorum.

fm 2006 yeni yorum

karşı takıma küfredince, birileri hakkında son derece negatif konuşunca profesyonel oluyorsunuz, oyuncunuzun performansını kötü diye medyaya söyleyince oyuncunun favourite staff ına giriyorsunuz ama herhangi bir şekilde iyi konuşup formunu beğendim diyince hırssız dandik oluyorsunuz kimse de sallamıyor sizi oyunda. aklıma ilk gelen şeyin tersini yapınca oyuna göre doğru oluyor. futbol camiası top olmuş da yeni öğreniyoruz sevgili okuyucular, ya ya işte böyleyken böyle.

işin garibi elin 65küsür yaşındaki `alex ferguson` u benimle arkadaş olmak için maymun oldu ama profesyonel olacağım diye adamı tersledim de tersledim. pişmanım, adamın gözü açık gidecek ona yanarım.

13 Ekim 2006

the butterfly effect 2 (2006)

ne oyunculuk bakımından bir şeye benziyor ne de olay akışı anlamından bir halta. bu kadar orijinallikten uzak, bu kadar dallama bir film yapmak için epey kasmış olmalılar. ilk filmi bir daha izleyin ki zamanınız heba olmasın. "ilk filmin popularitesinden bir şeyler kapıp onu nakite çevirebilir miyiz" düşüncesi sonucunda böyle de bir film çekelim demişler kesin. kaçın delice bu filmden.

bu ne lan.

buna (bkz: the butterfly effect)

7 Ekim 2006

Fıkra :D

Bir Fransız, bir Kanadalı, bir de bizim Temel; bilinmeyen bir ülkede, işledikleri ağır suçlardan ötürü idama mahkûm olmuşlar.

Verdiği idam cezalarını imzalarken, ellerinin titreyip titremediğini bilemediğimiz yargıç, önce Fransıza:
- Yargı sırasında, demiş; hal ve duruşunuz olumlu olduğu için, 3 değişik türde uygulanan idam cezalarından, hangisini tercih edeceğinizin kararını size bırakıyorum:
1- Odunların üstünde yakılarak mı, idam edilmek istersiniz?
2- Yoksa giyotinle mi?
3- Yoksa asılarak mı?

Fransız mahkûm:
- Odunların üstünde yakılarak ölmek çok zor, demiş; asılmak da çok çirkin. Ben, kendi geleneğimize de uygun olarak, giyotini tercih ediyorum.

Hemen giyotine götürmüşler Fransızı; giyotin kızağının üstüne yüzükoyun yatırıp bağlamışlar ve kızağı ileri sürerek ensesini, düşecek bıçağın altına getirmişler.
Cellat, bırakıvermiş giyotinin, keskin yönü 45 derecelik bir eğri biçimindeki ağır bıçağını...
Bıçak, Fransızın ensesine bir santim kala durmuş, düşmemiş.
Mahkûm ölmese de, infaz gerçekleşmiş olduğu için, Fransızı serbest bırakmışlar.

Kararı veren yargıç bu kez Kanadalıya sormuş aynı soruları:
- Odunların üstünde yakılarak mı idam edilmek istersiniz; yoksa giyotinle mi; yoksa asılarak mı?
Kanadalı da giyotini tercih etmiş ve giyotinin bıçağı, Kanadalının da ensesine bir santim kala yine durmuş. Kanadalı da serbest bırakılmış.

Sıra gelmiş bizim Temel'e...
Yargıç, Temel'e de sormuş, 3 değişik idam türünden hangisini tercih ettiğini.

Temel:
- Odunların üstünde yanmak çok kötü, demiş; ama sizin giyotin de bozuk... Onun için asılmayı yeğliyorum.

2 Ekim 2006

bir kaç film

boys and girls (2000):
--- spoiler ---
2000 yapımı sonu başından belli olsa da yine de esas eleman ile esas kızın dudak dudağa münasebet kurmasına kadar gayet eğlenceli giden sonra son derece klişe ve dandik biten bol bol san francisco ve golden gate bridge manzaralı film. hiç bir şey beklemeden izlendiğinde bir yere kadar gayet eğlenceli.
--- spoiler ---

sunset boulevard (1950):
başroldeki adamın tip olarak tom hanks'a benzediği, norma desmond'ı oynayan aktrisin ise rol yapma olayında aştığı, genel olarak durağan temposu ile izlemesi zor; sürüklemeyen bir delirme hikayesi.

osmosis jones (2001):
insan vücudunda yaşayan hücrelerin hayatından bir kesiti (daha doğrusu bir macerayı) anlatan bu çizgi nasıl olmuş da hiç duyulmamış merak ettim. içerisinde bir çok göndermenin yanı sıra, gerçekten değişik fikirler-benzetmeler içeren bu yapım izlenmeye değer.

konunun işleniş tarzı çok tipik olan esasında iyi niyetli olan polis memurunun ve ona yardımcı olmaya çalışan ek kuvvet (hap drix *) polisinin ölümcül bir virüs ile mücadelesi.

nasıl olmuş da gözlerden kaçmış merak ettiğim bu değişik yapımı tavsiye ederim. harika bir yapım sayılmaz ama küçük kardeşlerinizle beraber eğlenceli ve değişik bir film izlemek istiyorsanız ideal. (tabii finding nemo, shrek filan hepsini izlediyseniz) iyi ve değişik bir film.

escape from alcatraz (1979):
kusursuz bir kaçış planı beklerken, gayet abukça lay lay bir şekilde hiç bir sorunla karşılaşmadan o kadar güvenliğe sahip bir adadan elini kolunu sallayarak çıkılabileceğini ileri süren ve utanmadan bi de bunu anlatan film. filmde bir sürü mantık hatası var, nasıl olmuş da klasik olmuş bilinmez.

the godfather part 2 (1974):
kadınlara pislik gibi davranılması ile kafama kazınan film. dikkat edilince film boyu bir erkek egemenliği, erkek üstünlüğü, "oğlumuz olacak değil mi" replikleri ile, kadınlara davranılış biçimleriyle insanı oldukça rahatsız eden, "noluyor lan" dedirten bir filmdir.

oyunculuklar o kadar iyidir ki izledikçe sanki olaylar yanınızda oluyor gibi sürüklenirsiniz, ilginiz devamlı dorukta tutulur. her an birinin ölmesini beklediğiniz için "ulen acaba şimdi kim nasıl ölecek" diye içiniz içinizi yer.

robert de niro ve al pacino benim gördüğüm en mükemmel oyunculuklarını sergilemişler. takdir edilesi, izlenesi, süper bir yapım.

scary movie 4 (2006):
çok fazla war of the worlds üzerine kurulu olmuş. hatta birebir kopyası gibi. daha fazla film ile uğraşılmalıydı. ööle zaman geçirtiyor hiçbir şey beklemezseniz. normal.

it's a wonderful life (1946):
tek kelime ile "müthiş" bir yapım. sinemanın yapıtaşlarından olan bu film frank capra imzası taşıyor. usta bir yönetmen, iyi oyuncular, değişik bir konu ile insanı derinden etkileyen; ruh halini, bakış açısını değiştiren bir film. başyapıt diyenler haklı.

konusunu okuyan bir kişi için "vay çok değişik acaba nasıl" diyerek merak uyandırıyor. daha filmi izlemeden böylece 1-0 önde başlıyor film. filmin son 30 dakikasına kadar "ya acaba konuyu yanlış mı okudum" derken; esas olaylar anlatılıyor aceleyle, hızla, şok ederek gelişiyor. esasında yönetmen bu şekilde doğrusunu yapmış, önce olanlar anlatılıyor, ne kadar önemli olduğu gösteriliyor, gittikçe kötüleşen durum seyirciye hissettiriliyor.

sonunda inanılmaz duygulanıyor insan, gözyaşlarını zor tutuyor. oyunculuk, yönetmenlik, atmosfer, senaryo hepsi süper. "şahane bir film!" herkese çok çok tavsiye olunur.

war of the worlds (2005):
film çekilmiş uğraşılmış, hakkaten başarılı, sağlam sahneler yapılmış. akış sağlanmış (olaylar olurken binlerce soru işareti bıraksa da). gerilim öğresi çok iyi gerçeklenmiş. bir de bakmışlar "ulan iyi güzel çekiyoz da amma para gitti be neyse para kalmadı keselim o zaman biz bunu höt die" demişler ve öyle bitmiş. o filme o son olmamış be spielberg. keşke aceleye getirmeselermiş de süper bir film olsaymış...

--- spoiler ---
ayrıca her ne kadar isminde "war" geçse de "it is not a war, it is an extermination" ifadesi ile akıllara kazınabilecek filmdir.
--- spoiler ---

master and commander:the far side of the world (2003):
"züper ingilizler, ingiltere işgal altına girebilir" temalı parça parça izleyince bile sıkıcı dakikalar yaşatan; aksiyon filmi olarak bakıldığında başarısız bulunabilir, dram olarak bakılırsa bir nebze olaylar ilgi çekici görünebilir, komedi olarak bakarsanız yanlış bakmış olursunuz. tam olarak bitmiyor esasında, ben şahsen bolca mantık hatası buldum belki de benim suçumdur. izlenmezse de bir şey kaybedilmez. (bkz: gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var)

der untergang (2004) ve the punisher (2004)

der untergang (2004):

çok ağır bir atmosfere sahip, insanı sıkan ama ne yazık ki bu atmosferi sağlamak için süreklilikten vazgeçmiş film. sıkılmamak elde değil, bazı kısımlar çok uzun tutulmuş bu da bazı yerlerde filmden kopmanıza sebep oluyor. yine de değişik bir açıdan 2. dünya savaşına bakmak ve savaş sonlarına doğru hitler ve etrafındakilerinin yaşadıklarını görebileceğiniz nacizane bir film. filmin son sahnelerine dek hiç bir müttefik kuvvetinin gösterilmemesi ise ayrı bir dikkat çekici unsur. film tamamen alman bakış açısında ilerliyor.

generallerin nasyonel sosyalizme ve führere sapıkça bağlı olmaları, bir nevi taparcasına hareket etmeleri o durum içerisinde neden o şekilde davrandıklarını açıklar şekilde işlenmiş.

güzel bir film demek isterdim ancak bu kadar boğucu atmosferi yakalamak için izlenilirlikten çalmışlar. requiem for a dream daha da karamsar bir atmosfere sahip olmasına rağmen izlenilebilirliği hiç elden bırakmamıştır.

yeni şeyler görmek, bilgi edinmek için izlenesi belgesel tadında sürükleyici sayılamaz bir yapım.



the punisher (2004)

--- spoiler ---
konu çok tanıdık, süper ajan abimiz son işini yapar ve ailesinin yanına döner fakat kötü adamlar durmazlar ve ailesindeki herkesi öldürürler. esas abimizi de ölmüşten beter ederler. fakat esas abimiz sonra hepsini gebertip, tüm kötülükleri temizleyeceğine yemin eder filan.
--- spoiler ---

klişe konusu ve tipik marvel süper kahramanı olgusu ile amaçsız kavga-gürültü izlemek isteyenlerin seveceği türde bir aksiyon - (artık bayatlamış) drama. vasat bir yapım. albümünde çok güzel şarkılar bulunuyor.

(bkz: punisher tisortu)

theme park inc ve theme park world

theme park world:

yakın zamanda ps2 için de yeni bir versiyonu çıkacak olan bullfrog'un theme hospital gibi bir şeyler kurup, işletmeye yönelik gayet eğlenceli ve değişik bir kendi parkını kurmaca oyunu. sadece kendi parkınızı envai çeşit oyuncak ve alet ile kurmakla kalmıyorsunuz, kurduğunuz ve tasarladığınız oyuncaklara binerek nasıl olmuş test edebiliyorsunuz. oynadıkça bir çok ayrıntılarla karşılaşılarak şaşırılabiliniyor.

windows xp ve 2000lerde sadece bir kere oynadıktan sonra hiçbir hata vermeden windows'a geri dönme sorunu ile ilgili ayrıntılı bilgi, çözüm ve gerekli dosyalar şurdan temin edilebilir: burda

ayrıca (bkz: theme park), (bkz: theme park inc) ve (bkz: sim theme park)


theme park inc:

theme park manager olarak da bilinen 2000 yapımı, kurduğunuz parkın daha çok işletmecilik (finansman, insan kaynakları, müşteri memnuniyeti) ayrıntılarıyla uğraşabileceğiniz, görevleri ile ilerlemeceli theme park oyunu.

ayrıca (bkz: theme park world) ve (bkz: theme park)

simcity 3000 ve simcity 4 hakkında

simcity 3000:

şehir bilgi grafikleri ve harita ekranları harika olan oyun. trafik nerelerde yoğun, nerde çok hırsızlık uğursuzluk oluyor görebiliyorsunuz. ek gelir getirecek fasiliteler (toxic waste fabrikası vb.) koyunca işleri yoluna koyup hayvan gibi büyük şehirler kurabilirsiniz. metro, tren, su altı tüneli, viyadük gibi bir çok enstantane ile gelişen şehrinizin isteklerini karşılamaya kasabilirsiniz. en önemli özellik herkesi mutlu etmenin imkansızlığı aynı gerçek hayattaki gibi. mesela yaşlılar servis isteriz diyorlar, sittir git taksiye bin dediğinizde ise "bir gün sen de yaşlancan görcem o zaman ben seni" diye laf sokuyorlar. komşu şehirlerle bağlantı kurarak çöp anlaşmaları felan yapabilerek para kazanabiliyorsunuz. hatta havaalanını yüksek bir yere kurmazsanız uçaklar kulelere çarparabiliyor. ayrıca disaster ları kapatarak abuk subuk yangınlar ile de uğraşmazsınız. yine de bazen denizin yükselerek kıyıları su basması da ayrı bir gerçeklik katmış. gayet süper bir oyundur sonuç olarak kendileri.


simcity 4:

rush hour ekini de kurunca şehir içinde oynayabileceğiniz ufak tefek görevler var. oyun böylece monotonluktan kurtarılmak istenmiş: mesela araba, helikopter, uçak felan kullanabiliyorsunuz şehrinizde. görevleri başarıp başaramamanıza göre mayor rating'iniz ve paranız değişime uğruyor mesela dr. bilmemnenin mekanını uçurmaya giderken evleri havaya uçurursanız mayor ratinginiz acayip düşüyor. veya becerebilirseniz para felan hediye ediliyor, şehirdeki insanlar size bayılıyor, oh mayor yeah şeklinde insanlarla karşılaşabiliyorsunuz. özellikle arabalı görevlerde yaptığınız yolların ne kadar önemli olduğunu görebiliyorsunuz. benim gibi trafik, sağlık, eğitim, güvenlik manyağı iseniz görevlerde de rahat edebilirsiniz. eğer ufacık sokaklarda trafiğe takılırsanız şehrin yarısını yıkıp otoyol yapmak isteyebilirsiniz.

finans danışmanınız çok panik bir herif 1000doların altına düşünce ağlıyor bağırıp çağırıyor, kırmızı alarm veriyor, şehri satalım kaçalım tarzı beyanatlarda bulunuyor. hatta bir keresinde herkes gitti ben de gidecektim ama odam çok dağınıktı toplamaya üşendim gibisinden birşey dedi.

ekonomiyi dengelemek için local funding leri yeterli seviyeye çekmek ve şehre envai çeşit para getirecek şey eklemek gerekli. misal military base, toxic bilmemne felan. military base almak mantıklı çünkü savaş helikopteri kullanmak böylece mümkün oluyor.

29 Eylül 2006

fm 2006 üzerine düşünceler

tırnaklarımla kazıyarak geldiğim yerde herkesin beklentilerinin çılgınca üstüne çıkmışken; her bir alanı mükemmel bir takım kurmuşken; bekleneni yapmış takımımın sırtını sıvazlamadığım için bir sonraki maçta özellikle hiçbir çaba göstermeden yenildikleri, hepsini freelememek için insanı kendini zor tuttuğu oyun. bu kadar kasıp da bu kadar güzel bir takım kurmuş olmasaydım basmıştım istifayı. nedir yani, siz kimsiniz lan kıçı boklular?! yönetim, taraftarlar delighted; "in full support" iken ne diyeyim ben size hain köpekler.

"you're net giving enough credit to team" miş, vercem ben size babafingoyu. bilmem kaç maçlık yenilmezlik ünvanını salak bir düşme durumuna yakın takıma verdiler.

-----------------------

bu oyunun en sevmediğim tarafı, biz bir oyuncu almak istediğimizde on milyonlarca doları karşı takımın önüne dökerek "eh işte" tarzı bir karşılık aldıktan sonra binbir kapris yapan dallama oyuncu ile de anlaştıktan sonra neredeyse tüm transfer paramızı bitirdikten sonra; bizim iyi bir oyuncumuzu ezeli rakiplerimizin dalga geçercesine normal değerleri veya daha az meblağlarla almaya çalışması.

örnek vereyim renato ve defoe çılgın iyi oynuyorlar bende; arsenal, liverpool vb. turşuluk salatalık boyutlarında beyne sahip takımlar bu oyuncuların kendi fiyatları ile teklif yapıyorlar. e be sayın salak demeye değmecek yapay zeka, ne bu şimdi?! sen henry veya riise adlı oyuncuları o fiyatlara salıyor musun? sen henry'e 100m $ isterken tamam da ben defoe'ye 70m $ isteyince niye yüzün limon yemiş gibi buruşuyor? isterim kardeşim adam benim takımımın vazgeçilmez bir parçası, hayır çok param da yok petrol kuyusu işletmiyor ki benim sahibim?

cm 00-01 ve 01-02 de bir nebze olsun çözülmüş transfer hayatı fm 2005 ve cm4 ile iğrenç hale getirilmişti. biz adam almak için astronomik rakamlar verirken bilgisayar inanılmaz bir cimrilikle yarı fiyatına adamlarımızı kapatmaya çalışıyordu, hatta bize lazım olmayanları bir türlü satamıyorduk ki gerçek hayatta kim olursa olsun illa bir talibi oluyor, bu da adam alıp satmaktan zevk alan oyuncular (tüccarlık da bir zevktir cm hayatında) için gerçekçiliğin içine edilmesi. fm 2006'da kısmen adam satmak offer to clubs ile fm 2005'e göre daha iyileşmiş olsa da hala çok eksik. ben 6m $ değer biçilmiş adamı almak için 18.25m $ veriyorsam benim 6m$ değer biçili adamımı yapay zeka almamazlık etmesin veya ben salakmışım gibi 3m $ 24 ay vadeli önermesin. keriz miyim lan ben?

25 Eylül 2006

click ve mission impossible 3

click (2006)

hayatın geri sardırılamaz bir dvd benzetmesiyle çok süper özetlendiği; eğlenceli, son derece hoş bir yapım. mesaj vermeyi bile son derece güzel bir üslupla yapan güzel film.

mission impossible 3

kendisine aksiyon filmi diyen 3. sınıf salak saçma bir sürü filmden sonra (giriş - gelişme - sonuç ekseninde gelişen ve koskoca 3saatlik filmlerde sadece 10 dakikalık aksiyon sunarak, çok para harcadık napalım bunla idare edin diyen sözde aksiyon-macera filmlerinden sonra) ilaç gibi gelmiş bir yapım bu. hele bir köprü sahnesi var ki hastası oldum, geberdim izlerken... adrenalin lazım oldukça açıp izliyorum... adamlar süper yapmış tüm filmi.

"gelişme - daha çok gelişme - eh olsun o kadar sonuç" ekseninde ilerleyerek heyecandan, aksiyondan, maceradan ödün vermeyen süper sürükleyici, daimi atraksiyonlu müthiş film. jj abrams'ın serinin en süper filmi yaptığı, bildiğin adrenalin dolu adam gibi bir "aksiyon" filmi. helal olsun, nefessiz izlenebilir.

chris rock

argo konuşan bol bol küfreden nigger kültürü ile yoğrulmuş zenci jerry seinfeld olarak özetleyebiliriz kendisini. bazı cümleleri izleyici salakmışçasına veya zaman kazanmak istercesine tekrarlaması haricinde gayet dobra bir şekilde taşak muhabbeti tarzında ciddi konularda fikir beyan eden ve bazen çok güzel noktalara değinen komedyendir kendisi. şovları adult rating'le yayınlanır. never scared'te laf sokmadığı müessese, küfretmediği şey kalmamıştır. ufak tefek pürüzleri olsa da kadın-erkek ilişkileri ve evlilik konusundaki yorumları dehşetengizdir.

ayrıca kendisinin ırkçılığa sadece kendisine dokunduğunda karşı olması büyük bir muammadır. yani kendi anlattığı tarzda belirtirsek:

(never scared'ten alıntıdır)

"there was a lot of accepted racism
when the war started.

"i'm american. fuck all these foreigners."
and that was cool.

then it was, "i'm american. fuck the french."
that was cool.

"i'm american. fuck all these arabs."
and that was cool. then they went to,

"i'm american. fuck all these illegal aliens."
then i started listening.

cos i know niggers and jews is next."

yani bana dokunmayan ırkçılık sorun değil diyor. eh kimse kusursuz değildir sonuç olarak. artıları var eksileri var, çok komik olan muhabbetlerine odaklanın olsun bitsin.

4 Ağustos 2006

star wars: empire at war

hayvan gibi karmaşık bu oyun, oyun mu oynuyorsunuz yoksa gerçekten imperial mı yönetiyorsunuz anlamak pek mümkün değil. tamam, çok ayrıntılı süper bir oyun yapmak istemişsiniz ama gerçekçilik namına oynanabilirliği yok edince bana kalırsa olmamış.

normal bir insan bir oyunu zevk almak için oynar, sanırsam hedef kitle star wars manyakları -ki azımsanabilecek bir zümre değiller- olmuş.

age of empires tarzı star wars rts si olsaydı bence çok daha fazla tutar, oynanırdı ama bu sefer de star wars manyaklarını tatmin etmez, "yerlere düşürdünüz, kapitalizme(?) yem ettiniz yıldız savaşlarımızı, allah belanızı versin, ühü" denirdi.

i'm telling you for the last time (jerry seinfeld son gösteri)

izleyicilerin jerry seinfeld'e tutkuyla(?!) bağlı olmalarından olsa gerek; adamın her ağzını açışında bok varmış gibi yersiz alkışlarıyla bok edilmiş gösteri.

tamam komik falan da arkadaşım bok mu var ne alkışlıyorsun? hadi nerde alkışlayacağını biliyorsun da son kez gösteri yapıyor diye kendisini alkışa boğmak istiyorsan aslında tam tersini yapıyor, gösterinin ebesiyle cinsel münasebet kuruyorsun; yok nerde alkışlanacağını bilmeyen biriysen öğrenebilirsin, ne de olsa bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp.

the negotiator (1998)

--- `spoiler` ---
samuel l jackson abimiz işini süper yapan müthiş bir arabulucudur, hatta o kadar süperdir ki televizyonlara çıkar, herkesin sevgilisi, kahramanı olur. hatta kendine bir manita yapıp onla evlenir ama her holivud filminde olduğu gibi bu kadar mutluluk fazladır. bundan dolayı bu süper-ötesi-manyak arabulucu samuel'in kankası ve ortağı kötü polisler tarafından öldürülür ve suç üzerine yıkılarak "biz ne güzel takılıyorduk niye ortalığı karıştırıyorsunuz" diye samuel'in hayatı zikilmeye çalışılır.

daha "noluyor lan" diyemeden kendisini çıkmazda bulan samuel, "ulan madem süper bir arabulucuyum o zaman bu özelliğimi kullanarak suçsuzluğumu ispat edeyim" der ve gider içişlerinden kendisini suçladığı kişiyi ve birkaç kişiyi daha rehin alarak herşeyi süperce çözebileceğini düşünür. ve bu arada arkadaşları sandığı ama bir yılan misali kötü olan kişilere güvenemeyeceği için konuşmak için bir yabancıyı yani kevin spacey'i çağırır.

arada birsürü olay olur, kötü polisler samuel'i gebertip akşam haberlerine yetişmek için olmadık şeyler denerler falan derken `fbi` duruma el koyar ve samuel'e saldırır. fakat süper ultra kahramanımız spacey ile bir olup suçsuzluğunu ispat etmek adına havalandırmadan kaçar. daha sonra kötü adamlar bulunur ve samuel'e bi bok olmaz. evet adam ortalığı birbirine katar, adamları rehin alır ama sanki kötü bir rüyaymışçasına herşey biter ve samuel hiçbir suçlama ile karşılaşmadan hastaneye kaldırılır, hatta polisler "hey bir polisimiz yaralı ambulans gönderin lan" tarzı bir anons yapar.

filmde özellikle samuel'in kırılan camdan dışarı çıkıp "bakın işte polisler ne kötü öldürmeye çalışıyorlar beni halbuki şikago polisi için böyle durumlarda insan hayatı birinci dereceden önemlidir, bakın ne ibneler, hadi vursanıza beni" serzenişi görmeye değerdir. hatta kötü polisler "vuralım onu bak pencerede" diye bağırırlarken spacey'in "ulusal televizyonda adamı öldürecek misiniz yuh oha hayvan herifler" tepkisi süperdir. bir de yeni yetme arabulucuya samuel'in "hiçbir zaman rehineciye hayır denmez dümbük herif" şeklinde ders verişi de kaydadeğer güzel bir ayrıntıdır.
--- `spoiler` ---

14 Temmuz 2006

ıhlamur kasrı hakkında

öğrenci için giriş 1ytl, sadece bahçesine giriş 1ytl, fotoğraf çekme izni (flaşsız) 6ytl vb. ücretlendirmelere sahip bol trafiğin ortasında yeşillik bir alan üzerine kurulu iki adet tarihi binadan oluşan sarayımsı yer. kışın çay kahve içmek için kullanılan bina hariç müze olarak sergilenen kısmı merasim kasrı. bir giriş ve iki odadan oluşuyor. abdülmecit burayı av konağı diye yaptırmış, etraf hep ormanmış galiba o zamanlar (düşününce çok garip geliyor o beton yığınları hep ormanmış) daha sonra yurtdışından gelen konukları ağırlamak için kullanmışlar. binalar çok süslü, çok janjanlı; osmanlının niye yıkıldığını anlayabiliyorsunuz diyebiliriz.

park diyebileceğimiz bahçesinde envai çeşit ağaç var, bunların isimleri altlarında birer tabela ile belirtilmiş. arkalarda bir yerde açık havada insanların çay-kahve içtiği bir yer var. daha çok insanlar buraya geliyorlar sanırım müze gezmeden ziyade.

ortalarda bir yerlerde nikah merasimleri için kiralandığı iddia edilen ufak bir yer var, yalnız epey pahalıymış (7.5milyar diye duydum ben, yalan dolansa bilmem, sorumluluk kabul etmem, verilen bilgi geri alınmaz).

bence gezmeseniz de olur gibime geldi, ben büyük hevesle gittim belki de ondandır.

bir kaç resim ve ayrıntı için: http://www.tbmm.gov.tr/saraylar/ikasri1.htm incelenebilir.

maxthon'un super drag drop özelliği

maxthon'da mouse action özellikleri kısmından kullanıma açılabilecek maxthon'un son derece süper bir özelliği. herhangi seçili bir yazıyı veya linki sürükleyip bırakınca yeni bir tab'da o linkin açılmasını, link değilse varsayılan arama moturu ile o yazıyı aratmayı sağlıyor. özellikle linkleri başka sayfalarda açıp okuyanlar çok hızlı ve kullanışlı.mesela bu linki sürükleyip bırakınca "bu" link yeni bir tabda açılıyor.

10 Temmuz 2006

"the battle for middle earth" oyunu üzerine

iki campaign'i de bitirmiş biri olarak incelemek gerekirse:

-iyilerle oynamak manyak zevkli; zaten filmi ve kitabı oynuyor gibi olduğunuz için 1-0 önde başlıyorsunuz. iyilerin heroları ne kadar çok vasıfsız kötü karakter gelirse gelsin ölmüyorlar kolay kolay ve devamlı rank atlayıp daha da hayvan olup değişik özelliklere sahip oluyorlar. zaten sadece heroların büyüleri ile düşmanı epey zayıflatabiliyorsunuz.

-kötülerle oynamak en başlarda "oh ne güzel o yüzüğü frodonun götüne sokup sam adlı şişmanı da şiş yapıcam" diye hevesle başladığınız için çok değişik geliyor. yalnız çok orijinal bir şekilde işlenebilecekken bile bu konu geçiştirilmiş gibime geldi. iyilerle oynayan oynamaz zaten diye mi düşünmüşler pek anlayamadım. kötülerde hero yok sayılır. bi saruman dallaması bir de lurtz var. ikisi de savaş meydanında son derece etkisiz dallamalar.

-iyilerde "az ama öz adam", kötülerde ise "vasıfsız çok adam" atmosferi hakim. iyilerde rank atlaya atlaya hero gibi adam öldüren üniteler yetiştirilebilirken, rank 3 olamadan geberen çok fazla kötü ünitesi var. zaten kötülerde heal özelliği olmadığı için rank leri yüksek üniteler uzun süreli var olamıyorlar.

-her iki campaignde de power point alıp tüm özellikleri açmak için fazladan bir sürü birbirinin aynısı görev var, istemezseniz zaten win campaign bölümünü oynayabiliyorsunuz; (ben dayanamadım çok monotonlaşıyor oyun) bu seçme şansı güzel bir ayrıntı. (iyilerde black gate, kötülerde minas tirith)

-oyun bazen kendini çok tekrar ediyor, orta zorluk derecesinde zayıflıkları bulup oraya doğru saldırırsanız yardıma bile gelmiyor diğer üniteler. yapay zeka çok zeki değil yani.

-aragorn un oathbrakers çıkartması ve gandalf ın "etrafımdaki herkesi gebert" büyüsü çok şahane; bunları denemeden oynadım demeyin.

-tüm resimler ve sesler filmden birebir alındığı için atmosfer çok süfer.

-kötülerde bol bol catapult yapın.

-atlıları mızraklı uruk hai ler veya haradrim palace dan çıkan ikinci elemanlar (soldiers of rhun) son derece etkili bir şekilde gebertebilirsiniz. nazgullar ve mumakiller de baya etkili. yalnız mumakiller aşırı yavaş, yanan ok geldi mi de hemen ölüyorlar. mumakil in en süper özelliği trample; bunu yapınca deli gibi hedefe koşuyor önünde ne varsa eziyor, çok kalabalık düşman için birebir.

-kötülerde orclar beleş olduğundan iki üç tane orc pit ten devamlı orc basıp yollarsanız siz gelişirken karşınızdakini beleşe oyalamış olursunuz.

-genel olarak kötülerin üniteleri kısa mesafeli ve yavaş.

-her ne kadar sadece belli yerlere bina yapabilme özelliği değişik olsa da age of empires tarzı olsaydı sanki daha güzel olurdu.

28 Haziran 2006

16 Haziran 2006

öğrenci yurdu hakkında

ailesinin kıymetini bilmeyen, ebeveynlerine sürekli bağırıp çağıran memnuniyetsiz lavuk evlatların gönderilerek dünyanın kaç bucak olduğununun görmelerini sağlanması için acayip yararlı olabilecek yer. annesinin yemeklerine, ev ortamının nezihliğine, ekmek elden su gölden yaşama alışmış bünyelerin çok zor kaldıracağı yer. envai çeşit insanın birlikte yaşamaya gayret ettiği yerleşke. tikiden zor geçinenine, alkolikten dindarına her çeşit insanın adresi olabilecek yegane yerlerden biri.

ayrıca (bkz: askerlik)

yurtta kaldıkça üç adet özelliğiniz illa ki körelir.

1- koku alma duyusu. genellikle ilk ortadan kalkacak özelliğiniz bu olacaktır. kız yurtlarını bilmem ama erkek yurtları kokar. dışardan gelen istisnasız herkesin ilk yaptığı iş kapı pencere açtırtmaktır. hatta siz de uzun süre sonra dışardan geldiğinizde bu ne lan amma havasız diyebilirsiniz ama bir yerden sonra burnunuz "sokarım böyle aşkın ızdırabına" diyerek koku alma işinden istifa eder. zaten doğal olan budur çünkü tek başına başından kalkamayacağı işlere karşı burnun kendini koruma mekanizmasıdır bu. daha sonra düzelir mi izleyip göreceğiz.

2- işitme duyusu. bu tam olarak yok olmamakla beraber illa ki azalır. çünkü yurtlarda gürültü olur, hem de çok. gürültü olmayan yurt görmedim ben. gerek "mohohaha nası soktuk size maçta" veya "dındındın dikş dikş piaa" şeklinde ses dalgaları kulağınızla oh bebek kıvamında münasebet kurar, e kulak da napsın işitme kapasitesini azaltıyor mu napıyor bir yerden sonra milletin size dediği bir şeyi bile dinlemeyebiliyorsunuz, duymuyorsunuz şartlı refleks gibi bir şey bu.

3- tat alma duyusu. hayır eskiden be de yine de tam olarak yoktu ama azaldı be. çünkü çok süper bir yemekhaneniz veya yakında ucuza deliler gibi doyabileceğiniz bir lokanta veya sizi doyurmaktan mest olan süper bir yakınınız/tanıdığınız yoksa yurtlar ekmek sarelle/yağ vb. veya ekmek arası makarna* vb. şeylerle karnınızı tok tutmaya çalışırsınız. bazen yemekhaneden ekmek almayı unutan biri gecenin bir yarısı tüm yurdu dolaşarak "acıktım ağbii nolur ekmek ekmek" diye dolanabilir onu doyurunuz ama gece gürültü yapacaksa da dövünüz hatta beni de çağırın ben de yardım ederim dövmeye çünkü gece gürültü yapan adam dövün beni diyen bir mazoşisttir.

ayrıca ruh sağlığına bazı ters etkileri de vardır ama anlatmayayım herkes biliyordur, di mi mahmut abi? evet.
iyi/kafa arkadaşlarla da çok güzel olabiliyor, tam tersi durumda ise cehennemden bir çukur gibi geliyor.

evdeki huzur, zenginlik budur!

4 Mayıs 2006

venedik

google maps satellite link

dan uydu fotoğraflarına erişilebilir. şehri direk deniz ile bütünleşmekten koruyan uzun bir şerit şeklinde adalar bulunur, ancak bu set üzerindeki üç aralıktan devamlı olarak gelen akıntılar yüzünden şehri devamlı su basar ve giderek artan tehlikeler yüzünden bu açıklıkların önlerine taşlardan ve beton bloklardan oluşan yapay setler yapılmaya çalışılmaktadır. daha sonra sadece sel tehlikesi anında yukarı kaldırılacak uzun bir set projesi hayata geçirilmek istenmektedir. 1966'daki büyük sel baskınında bir çok tarihi eser kaybolmuş ve binlerce insan hayatını kaybetmiştir. şehrin önünde bulunan ortadaki adada denizden korunmak için yaklaşık 15 metrelik duvarlar örülmüştür fakat bu yeterli değildir.

(bkz: extreme engineering)

bilişim etiği

itü bilgisayar mühendisliğinde son sınıf son dönemde turgut uyar tarafından verilen bir kredilik ders. genelde öğrenciler son sınıf olmadan not yükseltme, kredi azaltma falan filan amacıyla daha önce alırlar fakat dersin gerçekten yararlı olması ve gerekli verimi alabilmek için zamanında almak daha doğru olur.

gayet yoğun bir mühendislik eğitiminin ortasında mesleki etik ile ilgili gerçek hayattan bol bol değişik örnekler ile gayet eğlenceli bir derstir. vizesi yoktur, onun yerine bir dönem ödevi vardır. ödev de epey ilginç olur, mesela rfid teknolojisinin gelişimi, olabilecek olumlu-olumsuz yönleri ve en sonunda kişisel düşünceler ve önerilerin olduğu bir araştırma yazısı istenir.

hollanda hakkında

`kuzey denizi`nin çılgın atan ortamı yüzünden çok ciddi, daimi bir sel tehlikesi altında bulunur. bundan dolayı hayvan gibi uzun bir set çekmişlerdir: google maps satellite link 1
ayrıca topraklarındaki yel değirmenleri ile devamlı mevcut suları geri püskürtmeye kasarlar, yani o artistik yel değirmenlerinin esas amacı gelen suyu geri pompalamaktır. suların atılması ile elde ettikleri verimli topraklar ile üzerinde gayet özgürce(?!) takılmaktadırlar.

her ne kadar kendi yapay setlerini çekmiş olsalar da, zaten varolan son derece uzun adalar da olmasa kim bilir ne olurdu bu çok büyük bir muammadır. google maps satellite link 2

bir de ineği meşhurdur, günde 40-50 kilo süt verdiği rivayet edilir.

16 Nisan 2006

kde-look

masaüstü resimleri ve kde için: kde-look

call of duty 2 hakkında

1. oyundan pek bir farkı olmayan yine vasili aşağı vasili yukarı şeklinde sıradan, artık yenilenmesi gereken atmosferi ile yaşasın müttefikler, kovdular faşistleri ana temalı oyundur kendisi.

şimdi gerçekçilik namına "vuruldun mu sığınacak yer bul yiğidim" özelliği eklenmiş belli. yalnız sayın activision yetkilileri madem gerçekçiliği çok seviyorsunuz sizlere bir kaç önerim olacak:

-"vuruldun mu sığınacak yer bul yiğidim" özelliğini anladık da, 5 saniye dinlenip de sonra birden büyü yapılmış orc gibi ayağa kalkıp kaldığın yerden devam etme nedir ha güzelim? olmadı ki bebek. gerçekte nolur, bir olur iki olur üçüncü kurşunda hakkın rahmetine kavuşursun. ki bu bir oyun, zevk alamadıktan sonra isterse sonsuz gerçekçilikte olsun. hem bir kere gerçekte savaş korkunç kötü iğrenç bok gibi bir şey.

-sevgili oyunun yapımcıları mektubuma sert bir dille başladıysam kusra kalmayın: bir zamanlar `soldier of fortune` adlı bir oyun vardı duymuşsunuzdur belki, 2000 yılında. hah işte o oyunda gerçekçilik bir oyuna nasıl entegre edilir göstermişlerdir biliyor musun? birinin neresine ateş edersen orasının delinmesi, kopması, dağılması, ordan etrafa kan yayılması ile sonuçlanması gerekir. zerre kan sıçramadan hele hele her tarafın beyaz olduğu bir ortamda vurulan adamın şeker veya un çuvalı gibi yere yığılıp sonra yok olmasının (tuz sanki eriyor) neresi gerçekçilik ha söyler misin? ha diyorsan oyunu alabilme yaşını aşağıya çekmek istiyoruz böylece daha çok satacağız ondan dolayı olmaz öyle, tamam. ama o zaman gerçekçiliği ortaya sürme.

-ayrıca oyunda yalandan bir kan efekti var. adamı vurunca etrafa pamuk helva tanecikleri gibi kırmızı bir duman çıkıyor, sonra yok oluyor. diyorum yerler bembeyaz nasıl oluyor da yeni silinmiş beyaz masa gibi hala parlıyor yerler? yapacaksanız düzgün bir kan efekti yapsaydınız, yalandan oldu mu daha bir itici oluyor. mesela `mohaa`'da yoktu ama lazım da değildi.

-yine her zamanki gibi ezik elemanı oynuyoruz. nedense stajyer gibi her işe bizi koşturuyorlar; hayır gerçekte rambo gibi etrafta dolanamazsın.

-işte gelelim en büyük gerçekçilik hatasına! sayın yetkili kişi arz ediyorum rusları ingilizce konuşturmayın. Allah aşkına nolur, bir rus günlük tutarken neden ingilizce yazsın? veya bütün bir bölük neden arasında ingilizce konuşsun? adı üzerinde rus bunlar, madar raşya diyorlar. hayır kimse anlamayacak geyiği de çok kolay çözülür altyazı ile, zaten böyle bir teknoloji kullanılmış. ki almanlar neden almanca konuşuyorlar o zaman? noldu gerçekçilik, bok oldu.

-bir diğer olması gereken özellik de `saving private ryan` izlemiş kişilerin de öngöreceği, etrafta olması gereken cesetler, kanlar, orası burası kopunca çığlık atan askerler. hayır bunlar yeni şeyler değil, gerçekçilik istiyorsanız bunları da koymalısınız. mesela önümdeki adamın 5cm yakınında el bombası patlıyor adam nasıl tek parça kalır? kalmak ne kelime sanki halay çekercesine bir hoplayıp şeker çuvalı gibi düşüyor. yok istemiyorum abi diyorsanız siz bilirsiniz.

-ayrıca atmosfer namına sadece kill these fascists veya kommunisten gibi son derece sığ bağırışmalar var. hayır birader sen fascist diye bağırmasan da ben görüyorum, herif makinalı ile üzerime kurşun yağdırıyor allah'a çok şükür görüyor ve duyuyorum. fascistmiş kommunistenmiş peah.

bir kaç da güzel özellikten bahsetmek gerekirse:

-ingiliz görevlerinde kuyruğuna basılmış kedi gibi devamlı bağıran takım liderimiz ve saz arkadaşları sayesinde biraz olsun moda girebiliyoruz, heyecan katılabilmiş bir nebze olsun.

-ayrıca ortamın savaş meydanı olduğu ufak tefek güzel ayrıntılarla zenginleştirilmiş.

tüm bu gerçekçilik muhabbeti "vuruldun mu sığınacak yer bul yiğidim" özelliği dolayısıyla ortaya çıkmıştır. önemli olan bir oyunun ne kadar gerçekçi olduğu değil ne kadar eğlendirdiğidir. `counter strike` en çok oynanan oyunlar arasında ama gerçekçi olduğu söylenebilir mi? mesela bana göre `pes5` de gereğinden fazla gerçekçi ve zor olmuştur, zevkli değildir. `pes4` öyle mi ya?

bir mektubun daha sonuna gelirken küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öper; kahraman müttefik muhabetinin baydığını belirtmek isterim. arz ederim hatta. etmiyorum vazgeçtim.

11 Nisan 2006

ATnotes

ücretsiz bir masaüstüne post it koyup alarm verebilmece programı :p güzel baya: ATnotes

9 Nisan 2006

iki uyuz hata ve çözümü

netbeans ı kurmak istediğinizde wizard bilmemne.inf dosyasını açamadı gibi bir hata veriyorsa bölge ve dil seçenek ayarlarınızı ABD yapınca kurabilirsiniz. aynı şekilde eclipse de j2me ayarları yaparken "premature end of file" hatası alıyorsanız bunun çözümü de bölge ve dil seçenek ayarlarınızı ABD yapınca geçiyor.

netbeans ı çalıştırmak için devamlı bölge ve dil seçenek ayarlarınızlarla oynamak istemiyorsanız:

C:\Program Files\netbeans-4.1\etc altında netbeans.conf (sizde kurulu netbeans'in altında tabi) dosyasını notepad ile açın. netbeans_default_options=". . . " bulunduğu satırın sonuna --locale tr_TR ekleyin.


kaynak: bu

1001 Çocuk 1001 Dilek

1001 Çocuk 1001 Dilek '06 Başladı

Onlar bir dilek tuttu. Hayalini kurup mutlu oldukları bir dilek. Yoksullukları yüzünden hiç gerçekleşmeyeceklerini sandıkları...

Deniz Feneri çocukların dileklerini gerçekleştirmeyi amaçlayan 1001 Çocuk 1001 Dilek Projesini dördüncü kez hayata geçiriyor.

Dilekleri gerçeğe dönüştürecek iyi yürekli insanlar aranıyor.

Proje mayıs sonunda sona erecek...

Daha çok çocuğun mutlu olması, hayallerine kavuşması için gelin elele verelim...

http://www.1001dilek.com/default.aspx

7 Nisan 2006

device emulator manager ve emulatöre internet bağlantısı sağlayabilmek

diyelim ki bir web servise bağlacanaksınız ve paranız yok, pda nız hiç yok o zaman emulatör ile çalışacaksınız, e web servise emulatör nerden bağlancak? havadan mı? yokölebişi. bu yüzden net bağlantısı sağlamanız lazım emulatöre. device emulatöre internet/lan bağlantısı sağlamak için yapılması gerekenler: burda yalnız burda son derece fazla laf salatası yapmış; özeti şudur ki activesync 4.1 ve device emulator manager ile emulatorü sanki gerçek bir pda imiş gibi cradle ile bağlı göstermeliyiz. yalnız inanılmaz bir olay var; device emulator manager denilen şeytan icadı meret visual studio 2005 tools dan erişilebilir diyor her yer; benim gibi bulamayıp delirmeyin diye nerde olduğunu söyleyeyim:

C:\Program Files\Microsoft Device Emulator\1.0\dvcemumanager.exe

kendisi efendim. tools da görebiliyorsanız ne ala kullanın ama gerçekte böyle işte. ah ah yazar olacak adamdım ben :p

aha bu da daha profesyonel bir yazı: pocket pc internet

6 Nisan 2006

beep

akciğerden çıkan aha ha-ha kısımları dikkat çeken, çekirge ve titreşimli telefon yutmuş gibi ordan oraya titreyip dans ederek giden çok insanları ve artiz ağır abi rolündeki zenci arkadaşın cüneyt arkın bakışını gösteren son derece manalı bir klibe sahip pussycat dolls şarkısı. eğlenmek için yapılmış olmalı.

playboy the mansion oyunu hakkında

son derece hafif* sims parça kopyası. özellikle sims 2 oynamış ve detaylarını görmüş olanlar için kötü grafikli dandik sıkıcı oyun. playboy un sahibinin kendini oyun sektöründe tatmini olsa gerek.

-madem çok param var o zaman daha önce yapılmış bir şeyin ufak bir kısmını hafif taklit edeyim, kendi hayatımı koyayım; benim yerimde olmak isteyen hevesli gençler hem bu oyunu alsınlar parama para katsınlar hem de bakın ne kadar güzel yaşıyorum süperim kıskanın diyerek kendimi tatmin edeyim.
-aferin sayın hugh hefner, dana gibi yaşlısınız ama sizi 20lik delikanlı yapalım oyunda, gerçekçiliğin içine edelim.
-eheh ne kadar da süperim gelin bakayım playmateler banyoya gidelim yalayın beni. ayrıca gençlere notum: para herşeyi satın alır, çok da mutlu eder.
-yalan.

the corrs - runaway

şarkısı ne kadar güzelse klibi de o derece dandik olan the corrs parçası. klibinde tüm grup elemanları birbirinden ayrı ve asenkron olarak ağızlarını oynatıp kendilerinden geçerek n. sınıf dandik pop şarkıcıları gibi kendilerini madara ediyorlar. bir de andrea corr arada ordan oraya koşuyor, üzülmüş gibi yapıp ağaçlara yaslanıyor şarkıyla alakalı olsun diye.

pocket pc emulatorunde deploy deyince...

çıkmayan programı ctrl+f5 veya start without debugging ile çalıştırmayı deneyin. olmazsa bilen birine sorun.

SQL Server Management Studio Express

sql server express için management programı: burda

"Login failed ... not associated with a trusted SQL server connection" çözümü

Login failed ... not associated with a trusted SQL server connection: çözüm

bağlantı cümlecikleri sitesi

bağlantı cümleciklerini mi unuttunuz? kolayı var: connectionstrings.com :p reklamcı mıyım len ben niye böyle yazıyorum ki :) değilim ben reklamcı. neyse çok uzattım.

27 Mart 2006

unique filer

http://www.uniquefiler.com/ dan elde edilebilecek nagware, çiftleri bulan bir yazılım. resim çiftlerini yaklaşık %80 başarı ile buluyor. yalnız bulduklarını otomatik işaretleme seçeneği yok gibi ya da ben bulamadım.

25 Mart 2006

jedi academy - 3

level 3 olunca iyice jedi master olduğunuz için uçmak falan daha doğal mevzular olmaya başlıyor, dark jedi lara karşı çok hızlı oluyor ve bir veya iki kılıç hareketi kollarını ellerini kesip kendilerine takdim edebiliyorsunuz. hatta force grip i fullediğiniz için artık hiç kendinizi yormadan el hareketleri ile ortamlara akabiliyorsunuz. hatta karambole bulduğum bazı özellikler de örümcek adam gibi duvara yatay oturur vaziyette yapışıp geri zıplamak, duvarda yatay yürümek. özellikle yatay yürüyerek ciddi manada bir matrix havası yakalanabilir. adamlar yapmış

melankoli üzerine

bir artistlik biçimi. "bana ilgi gösterin", "sevin beni" demenin bir başka deyişi, hatta en abes yollarından biri. genelde ergenlik dönemindeki veya içindeki ergeni hiç kovmayan, bir nevi büyümeyi hiç bir zaman kabullenmeyecek kişilerce en çok kullanılan taktik. genelde kızlar yapınca tutar, millet hemen etrafına toplanır "nolduuğğ, iyi misin" der; erkekler yapınca genelde ya kimse sallamaz ya da "karı gibi konuşma lan" tepkisi verilir. eheh esasında çok saçma, bunu yapan insanlar bu kadar saçma bir şey yaptıklarının farkında değillerdir. ayrıca bunu kendine hayat felsefesi olarak belirleyenler "bol üç noktalı duygusal yazı"lar yazarlar. gotik diye tabir edilen insanlar bu melankoli hadisesini din olarak benimsemiş kişiler olabiliyorlar.

cümle içinde kullanalım: ben hiç melankoli yapmadım o kadar da süperim, evet.

-şu kocaman evrende hepimiz birer silik noktayız, hiç bir önemimiz yok tamam mı... hepimiz yok olup gidicez ve kimse bizi hatırlamayacak bile...
-ya yiğenim al sen şu soğuk ayranı iç hele kendine gel.
-ya amca bırak ne ayranı ben diyorum çok fazla sorun var, yaşamamalıyız... korkunç... hedeee... bödeeee... bik bik...
-yiğenim benim de romatizmalarım azdı, yağmur yağacak kesin.

22 Mart 2006

betaserc

prospektüsüne göre; nasıl çalıştığı, vücutta tam olarak nelere etki ettiği keşfedilememiş ama nasıl oluyorsa tedavide kullanılmasında sakınca görülmeyen; baş dönmesi, `vertigo` ve `meniere hastalığı` tedavisinde kullanılan 17.40 ytl fiyatında betahistin dihidroklorür olarak tanımlanan ilaç.

prospektüsü genel manada "bu ilacı yaptık biz ama kazayla oldu galiba, biz de tam bilmiyoruz neyle karşı karşıya olduğumuzu ama denedik işe yarıyor sanki. yalnız sizde işe yaramazsa veya ters teperse bize milyon dolarlık dava açamayın diye son derece muallak konuşuyor kendimizi garantiye alıyoruz" ana temalı bir yazıdır.

20 Mart 2006

jedi academy için bir ipucu daha

size force grip yapmaya tenezzül eden dandik jedi lardan force push ile kurtulabileceğiniz gibi, force grip ile uçurumdan aşağıya adam atmaktan sıkılırsanız, mind trick ile kafasını karıştırıp force push ile uçurumdan aşağı iterek de kendilerini denizin soğuk sularına veya elinin körüne yollayabilirsiniz.

eclipse ile...

eclipse visual editor ile arayüz geliştirmeye başlangıç: burda

eclipse ve gerekli eklentilerle j2me uygulamaları geliştirmek için kurulum: burda

19 Mart 2006

pes5'te rooney şov

ronaldinhonun hareketine gönderme de var burda

telnetten star wars izleyin

başlat->çalıştır->cmd

dedikten sonra

telnet towel.blinkenlights.nl

diyin. yuh yahu adamlar yapmış...

star wars jedi knight jedi academy

hileleri için: bu

oyun çözümü(?), ilerleme sorunları için:
bu

ışın kılıcı hareketleri için:
bu incelenebilir.

ayrıca hastasıyım
force grip'in. adamları kaldırıp uçurumdan vb. yerlerden aşağı atmak kadar zevkli bir şey yok. bir de aşağı düşerken bağırmıyorlar mı hueeea diye, müthiş. mest oluyorum, evet.

iki link

tropicalisland.de

sevimli hayvanlar

4 Mart 2006

açık kaynak tasarım sitesi

open source web design

yihu demek istiyorum sayın okuyucular... helal olsun

tiksinmek

bazı zaman oluyor tiksiniyorum yazılımdan da bilgisayardan da... acaba ne iş yapmalı? türkiye'deki tek başarı kriteri çuvalla para kazanmak, çok yazık ya.. çok...

alkol almak

her türlü bahanesi olan şey.

->hacı sınavlar çok iyi geçti içelim kutlayalım
->ya sınavlar çok kötü geçti hadi içelim unutalım
->finaller geliyor içelim rahatlayalım
->finaller bitti içelim dağıtalım

örneklerinde görüldüğü gibi insanlar alkol almak için bahane arıyorlar. en azından dürüst olsalar da "ben sarhoş olup bir yandan da karaciğerimi zikmek istiyorum" deseler belki de insanlar saygı duyarlar bu açık sözlülüğe. (yapılana değil)

sarhoş olup da normalde olmayan cesaretleri ile etrafa zarar verenlerin ise en yakın zamanda belediyenin açıp da kapamayı unuttuğu(!) bir çukura düşüp beyinlerini patlatmaları dileğiyle "insan" kalın.

27 Şubat 2006

uydu fotoğrafları ile bir kaç yer

boğaziçi üniversitesi güney kampüs

rumeli hisarı

istanbul teknik üniversitesi ayazağa kampüsü (maslak kampüsü olarak da bilinir)

iki şey

yahya kemal caddesi: istanbul'da rumeli hisarının üzerinde bulunduğu sahil caddesi. rumeli hisarına bir giriş bu cadde üzerindendir, ayrıca cadde üzerinde bir kaç kafe benzeri mekan vardır.


emirgan korusu: sahil yolundaki emirgan otobüs durağında inip tabelaları takip ederek yukarı doğru yürüyerek girebileceğiniz bir kapısı vardır. (not: araba ile giriş ücretli) hafta içi tenha, sessiz ve huzurludur. beşiktaş, taksim, mecidiyeköy gibi kaotik mekanlardan sonra sanki başka bir şehre veya adalara gelmiş gibi hissedebilirsiniz.

koru içerisinde bir kaç topluluk halinde köpekler de mevcut. ayrıca ağaçlarda ordan oraya koşuşturan sincaplar ve ağaçların dibindeki fındık kabukları istanbul gibi bir şehirde kolay kolay görülemeyecek hoş manzaralar.

20 Şubat 2006

iş'te universiteli kredi kartı dönem aidatı

eğer ki kartınızdan dönem aidatı kesilirse (ocak 2006'da 20 ytl idi) bir şubeye kartınız ve öğrenci kimliğinizle giderek bu aidatı geri yatırtabilirsiniz. dönem aidatı bu kartta alınmıyor, alınmaması lazım. gerçi alınmayacak gözüktüğü halde bazı kartlarda borç olarak gözüküyor, bazılarında ise böyle bir şey gözükmüyor niyeyse(!) eğer ki bunu bilmiyorsanız boş yere ödemiş oluyorsunuz.

bilmek ve uyanık olmak lazım.

18 Şubat 2006

Lawrence of Arabia (1962)

--- spoiler ---
lawrence aslını inkar eden cillop gibi sarı saçlı mavi gözlü çılgın bir romantik piç* ingilizdir. bir gün madem deliyim aynı zamanda kişilik problemleri yaşıyorum o zaman arap olayım, arapları birleştireyim bir millet yapayım ama demokrasi ve bağımsızlık da getireyim çaktırmadan der. sonra bakar işler zor, araplar diye bir şey yok aslında, kabileler var (kabilelerin de ne olduğu tren yağma sahnesi, lawrence'ın para karşılığı herkesi toplaması ve şam yolundaki türk tugayına yapılan saldırı ile ortaya çıkar). yalnız bir sorun vardır; lawrence mazoşist, insan öldürmekten zevk alan o çok kötülediği barbar, cahil araplardan biri olup çıkmıştır. (yoksa zaten öyle değil midir? az sonra)

sonra herşey ortaya çıkar meğerse lawrence kibri doğrultusunda kendisini peygamber gibi gören sıradışı olağanüstü(!) ibnenin tekidir ama napsın kişilik problemleri yaşayan yarı-deli cillop bir ingilizden ne beklemelidir ki başka? hem zaten o naparsa yapsın eninde sonunda ingilizler herşeyi halledeceklerdir.

ayrıca bu filmde de görürüz ki türklerde bir subay vardır ibnedir(?), lawrence a sarkar ama lawrence çok delikanlı ve temiz bir çocuk olduğu için ona kafa atar. daha sonra insanlara işkence yapmaktan zevk alan türkler lawrence adlı temiz aile çocuğunu döverler. (burada anlıyoruz ki türk kimliğinde bir kişi birilerini zikmiş ve bu bu müthiş üstün insan olan -artık kimse- uygar kişilere ağır gelmiş ve binbir türlü filmde bunu kullanmak zorunda kalmışlardır. neyse sonuçta filmdeki ülkelere bakış nesnel tutulmaya çalışılmış bu bile bir başarı. -araplar,ingilizler-) daha sonra lawrence kişisi delirir sikerim arabistanı da bağımsızlığı da diyerek kaçmak ister ama sonra süper albay onu ikna eder böylece çok para ile kendisine topladığı ordu ile şam'ı alan lawrence arapların arasındaki anlaşmazlık sonucu tek başına sik gibi ortada kalır yine ingilizlerin ve arap prensinin istediği olur, dünya normale döner. en sonunda evine dönen lawrence da kendini çölde sanıp motorsiklet ile hız yaparken beynini asfalta yapıştırır.

tanımadan etmeden ne haltlar yediğini bilmeyen insanlar da tanımıyorum da ama çok süper insandı derler. halbuki yoktur öyle birşey.
--- spoiler ---

güzel cümleler ve anlatılan tarihteki bir kaç olaya dikkat çeken bir filmdir ayrıca