-hadi genelleme yapalım-en büyük farkı ikisinin de iki ayrı mekanda doğmuş ve yaşamış olmalarıdır.
biri dünyanın en zengin ülkelerinden birinde maddi sıkıntısı olmadan belki sefa pezevengi olarak dünyaya adımını atmış ve o şekilde yediği önünde yemediği arkasında bir yaşam sürmüştür, o sergi senin o parti benim diye hayatını geçici mutluluklarla taçlandırmış pek fazla sıkıntı yüzü görmemiştir. (şimdi genelleme yapıyoruz, burada avrupalı diyince akla gelen büyük zengin avrupa devletleri, kimsenin aklına fakir ufak devletler gelmez, insanlar aklına getirmek istemez, neyse konuya geri dönelim)
birisi ise devamlı birilerine bağlı, kendi başına kararlar almasına izin verilmeyen, ekonomik anlamda bir türlü belini doğrultamamış bir ülkede dünyaya gelmiştir. gerek bu ülkedeki zengin ve fakir arasındaki çılgın uçurum, gerekse hayat pahalılığı kendisinde onarılması güç yaralar açmıştır. daha ilkokulda yabancı dil öğretimi gösterilen bu kişi, dilini adam gibi öğrenmeden ingilizce düşünmeye başlatılmaya kasılmıştır. bunu atlatan zavallı (acındırma modu) kişi ilköğretimini bitirerek neden bilemediği bir şekilde bir at yarışının ortasında bulmuştur kendini. kendi ilgi alanlarına bakılmaksızın bu kişiye devamlı bir telkin başlamıştır, sanki bu ülkeye sadece ve sadece doktor ve mühendis lazımmış gibi kendisinden doktor veya mühendis olması, hayatını kurtarması, çok paralar kazanması öğütlenmiştir. sonuçta öğütler her ne kadar iyi niyetli olsa da kişinin ilgisi veya yaşamak istediklerine ters durumlar oluşturabilmektedir. neyse efendim sonuçta öğütler doğrudur, paranın hüküm sürdüğü bir dünyada para olmadan yaşam mümkün olmamakla birlikte, bu mühendis ve doktorlar diğer alanlara göre daha kolay iş bulabilmekte gözükmektedir. bu yarışlardan geçen kişimiz eğer hala kafayı yememişse ve hala sağlıklı düşünmeye devam edebiliyorsa şanslı azınlıktadır. doğal olarak bu "para" merkezli hayat mücadelesinin ortasında evini geçindirmekle yükümlü olduğunun bilincindeki türk kişimiz omuzlarına abanan yükün ağırlığını şimdiden hissedip gerekeni yapmak kaygısında doğal olarak bazı şeylerden mahrum kalmış olabilir. burada bu gayet doğaldır, kendisine neden daha bir sefa pezevengi şeklinde yaşamadığını veya çok duygusal olmadığını sormak anlamsız olacaktır. ha her şeye rağmen duygusal birikimlerini kazanan, çok beğenilen o avrupalılar gibi olabilen kişiler de vardır. onlar da zor şartlarda ya çok şanslı ya da çok iyi bir şekilde kendini geliştirebilmiş kişilerdir, kendilerini tebrik etmelidir.
birilerine dalmak yerine az buçuk olayları, nedenlerini düşünsek sonra bazı çıkarımlar yapsak ne güzel olur. eleştirelim evet ama kuru kuru dalmayalım, daha iyiye hep beraber iletişim ile gidelim, gerekeni yapalım. ne zamandan beri kendini hakir görmek iyi bir şey oldu?
son olarak:
benzin vardı da biz mi içtik?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder